31 Ocak 2018

BİNBOĞALAR EFSANESİ - YAŞAR KEMAL




Yazın Aladağ'a çıkan kışın Çukurovaya inen yörükler İskandan sonra yavaş yavaş kendilerine göçecek yer bulamazlar. Bazen yerleşebilmek için ellerindeki avuçlarındaki altınlarını bazen de obanın en  güzel kızlarını verirler ama yinede Çukurovada ki aşiretler onları bir yere kondurmaz. 

Her 5 mayısı 6 mayısa bağlayan gece yörükler su kenarlarına toplanıp gökten iki yıldızın , karaların ermişi Hıdır ile denizlerin ermişi İlyasın buluşmasını beklerler. Kim ki onların buluştuğunu görür ise o an dilediği dilek gerçekleşir. Bütün obanın tek bir dileği vardır görünürde Çukurovada kışlak Aladağda yaylak herkes söz verir bu dileği tutmaya  ama insanoğlunun içindeki dert bambaşkadır.

Yörüklerin yok oluşunun destanıdır Binboğalar efsanesi...Bu kitabı okurken aklıma sıksık Rousseau nun bir yazısı geldi;

“Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip “Burası benimdir” diyen ve buna inanacak kadar saf olan insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun ilk kurucusu oldu. O zaman biri çıkıp, çitleri söküp atacak ya da hendeği dolduracak, sonra da insanlara ‘Sakın dinlemeyin bu sahtekârı. Meyveler herkesindir. Toprak hiç kimsenin değildir. Ve bunu unutursanız mahvolursunuz’ diye haykırsaydı, işte o adam, insan türünü, nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden kurtaracaktı.”

İyi Okumalar..


Bir kayanın doruğunda bitmiş bir ot nasıl inatla köklerini sert çinke taşlarına sarmış , tutunmuşsa , Alacadağ Yörüğü de öyledir.

Sen gökleri , yıldızları ,ormanları suları bıraktın , sen camilerden çıkmaz oldun. Sen kendini ışıklı ,büyük kentler kurdun.Sen kendine gökte uçan demir kuşlar yaptın.Sen kendine toprağı yiyen ,yerken uluyan canavarlar yaptın.Bize Çukurda bir kışlak , Aladağda bir yaylak ver desem ,vermezsin ki...

Obada kızlar ,yalnız sevdaya gönüle giderdi.Bir can için , para pul için kızlara ,onların gönüllerine karışılmazdı.İnsan soyu bu kadar yozlaşamaz , aşağılaşamaz ,küçülemezdi.

Yörükler, dedi ,mezarsız millet...

Bir başkasını aşağılayan insan önce kendisini aşağılamıyor mu? Bunun kimse farkında değil mi ? Ağacı, kuşu, akarsuyu ,börtü böceği ,yerdeki, karıncayı , en alçak insanı kutsayan , yücelten ,güzelleştiren insan güzelleşir , öyle değil mi?

İşte ben söylüyorum.İşte burada ,huzurunda söylüyorum.Koca adamların çocukları dövdüğü , ötekilerin de bön bön baktığı bir ülke çürüktür, ölmüştür.

Kınını kesen kılıcın kendisidir.

Her kim gördümse ürkek karıncalar gibi gözlerini saklıyor.Bu soy , bu göz kaçıranlar kavmi iflah olmaz.

İnsan bilir insanlığın kıymatın. Sonradan sonraya Beyliğe yeten,zalim olur, el kadrini ne bilir.Varıp gübreliğe konan kargalar ,has bahçada gül kadrini ne bilir!

HEBA - HASAN ALİ TOPTAŞ



Ben sanırım Hasan Ali nin kendisini yazdığı kitaplardan daha çok seviyorum.İlk defa bir yazarın kendisine olan sevgim onun kitaplarının önüne geçti. Evet genelde yazarı severiz ve sevdiğimiz için kitaplarını okuruz  ama güngelir yazarın bir cümlesi ya da dünya görüşü veya bir röportajında kullandığı hoşumuza gitmeyen bir konuşmasından dolayı yazardan uzaklaşabiliriz.. Bu uzaklaşma  bir müddet onu okumamıza engel olur..

Ama ben kitaplarında kılıktan kılığa giren bu adam da kimi zaman bir ağacın insanlık için döktüğü gözyaşlarını , kimi zaman mantığını kaybetmiş bir sistemin içinde boğulan kurşun sıkan elin çaresizliğini , kimi zaman bir köyün acımasızlığını , baba özlemini  , büyük şehrilerin arka sokaklarındaki kötülüğün tadını bulabiliyorum..

Biliyorum ki küçük bir kasaba da dünyaya gözlerini açmış büyük büyük okullarda okumamış dünyayı geze geze kendine yeni hikayeler yaratmamış , belki sevmediği bir işi yapmış bir insan Hasan Ali Toptaş...Ama aldığı ödüller bile bunun bir kanıtıdır ki Hasan Ali yazınca başka yazar o kaleminin dokunduğu herşeyin duygusunu en deriniyle anlatır...

Uzun lafın kısası  onu konuşmasındaki sakinlik , duruşundaki mütevazilikten ve alçakgönüllü bir insan olmasından dolayı çok seviyorum, bu arada kitapta en güçlü tadı damağımda kalan hikaye ev sahibi Binnazınkiydi ve tabi ki kitap herşeyi ile  çok iyiydi...

İyi Okumalar...

''Bir an için beti benzi atar gibi oldu bunu yaparken.Elindeki kuşun sıcaklığı gövdesinin sıcaklığına karıştı ve bir yol bulup kalbine kadar gitti de ,orada uyuyan hassas bir noktaya dokundu sanki. Ya da kuş dokunuşa dönüşen bir sesle o kalbin içinde son kez öttü de, bu ötüş gelip aniden çocuğun betinde benzinde yankılandı''


İçi koşuyordu aslında, giderek büyüyen derin bir sızı halinde ,yangından kaçarcasına hiç durmadan soluk soluğa koşuyordu.İşte böyle yavaş yürümek zorunda kalan sakin bir gövdenin içinde koşa koşa o gün eve  ulaştı Ziya.



Ben hayatın uzak ve yorucu bir köşesine hızla gidip gelmiş gibi oldum bir bakıma. Ardından da tuttum , zaman denen büyük silginin himmetine sığındım. Acımı içime gömmekten ve olup bitenleri kabullenmekten başka çıkar yol bulamadım daha doğrusu.



Bu akraba meselesi içinden çıkılmaz bir şeydir. Bazen için kopar dışın kalır mesela , bazen de için bağlı kalır ama dışın kopar. Ekseriyetle insanı muallakta bırakan bir acayip haldir yani. Ayrıca , hiç kuşkusuz , bir insanın ne kadar çok akrabası varsa o kadar çok ölüm görecek ve o kadar çok acı çekecek demektir.



Evet , hayatı gırtlağına kadar dolduran onca ıvır zıvırın arasından emsalsiz bir şey daha o yaşta gözüme görünmüştü benim ve şavkı gelmiş ta ruhumun derinliklerine vurmuştu.



Bir insanın , kendisine zulmedene gülümsemeye mecbur bırakılmasından daha beter bir zulüm olamazdı yeryüzünde.



Gerçek fazlasıyla hissedildiğinde insana her vakit gerçek değilmiş gibi gelir.



Her inancın kıyısında köşesinde bir miktar şüphe olmalı ki inanç kendi içinde manevra yapıp varlığını tamamlayabilsin.



İnsan içindeki canavarı öldürürse çöle dönüşür.